Cuma, Mayıs 29

Uçurtmalar*

En sevdiği renk mor olan kadın
En sevdiği kelime “asi”
En sevdiği oyun incitmek beni
Hıncı, çocukluktan kalma bir yara izi gibi

İpleri dolaşmış uçurtmalar misali
Ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
Ne gidebildik kendi yolumuza
Rüzgarda savruk, başına buyruk
Senle ben

Zamanı, yaralarla ölçen kadın
Geçmişiyle kavgalı
Gündüz isyankar
Geceleri Tanrı’ya sığınan kız çocuğu
Kırdığı kalpleri dizmiş ipe
Gene en büyük zararı kendine

En sevdiği ses, çocuk sesi
Güneşli, billur, neşeli
Oysa, yıllar var ki kendi
Anne olmayı istememiş
Çekip gidebilmek için bir gün
Geride ekmek kırıntıları bırakarak
Kuşlar yesin diye ayak izlerini
Kalmasın ne bir sızı ne kalp yarası

Sevişirken taşkın bir nehir
Öpüşürken kor bir alev
Uykusunda melek gibi masum
Bakmaya kıyamadığım
Kaç gece göğsünde uyuduğum
Ama beraber uyanamadığım kadın

İpleri dolaşmış uçurtmalar misali
Ne beraber uçabildik, boşverip şu dünyayı
Ne gidebildik kendi yolumuza
Rüzgarda savruk, başına buyruk
Senle ben

Her hasretten sonra
Başka başka sevdaların kollarında
Yemin etmişken bir daha konuşmamaya
Gene bulup birbirimizi
Sabahı olmayan gecelerde
Aldatma pahasına sevdiklerimizi
Ağlayarak seviştiğim kadın
Senle ben ipleri dolaşmış uçurtmalar misali

İpleri dolaşmış uçurtmalar misali
Ne beraber uçabildik, boş verip şu dünyayı
Ne gidebildik kendi yolumuza
Rüzgarda savruk, başına buyruk
Senle ben

*Teoman'ın "insanlık halleri" albümünden dinlemek mümkün..

Pazar, Mayıs 24

Ester'in Söyledikleri -2459

UMUŞ

Bütün iyi kitapların sonunda
Bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda
Meltemi senden esen
Soluğu sende oan
Yeni bir başlangıç vardır

Parmağını sürsen elmaya, rengini anlarsın
Gözünle görsen elmayı, sesini duyarsın
Onu işitsen, yuvarlağı sende kalır
Her başlangıçta yeni bir anlam vardır.

Nedensiz bir çocuk ağlaması bile
Çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır.

Cumartesi, Mayıs 23

Sakıncalı bir Ermeni kadın!

Yazar Elif Şafak'ın, 2005 Eylül'ünde yapılan Ermeni Konferansı'na sunduğu tebliği hatırlıyor musunuz? Şafak, 'Sürekli Sürgün' başlığı ile Ermenilerin ünlü feminist kadın yazarlarından Zabel Yesayan'ı tanıtmıştı. Tebliğini de, Amerikan edebiyatının tanınmış kalemi Kurt Vonnegut'ın, Ermeni bir roman kahramanını alıntılayarak sonuçlandırmıştı. 1915 Ermeni soykırımından kurtulan roman kahramanı, babasına, 'Bir gün bir Türk ile karşılaşırsa ondan ne duymak isteyeceğini' sormuş. Babası, 'Biz gittikten sonra ülkelerinin çoraklaştığını duymak isterim' demiş. Elif Şafak, pek çok yüreğin tercümanı olarak, tebliğini, 'Bizim bunu söylemeye, 'Evet, siz gittikten sonra ülkemiz fikirsel, sanatsal, siyasal, toplumsal her anlamda çoraklaştı' demeye ve diasporanın da bunu duymaya çok ihtiyacı var' cümlesiyle bitirmişti.

O zaman bu tebliğle şunu farketmiştim; çok az Ermeni yazar ve sanatçı tanıyordum. Eminim bu pek çok kişi için de böyledir. Üstelik Zabel Yesayan, kendi deyimiyle 'Bir eşkıya, dağlarda bir özgürlük savaşçısı...' olma düşünü taşımış bir feministti. Bir kadın olarak, Türkiye'nin halkları kaybetmesiyle yaşadığı çoraklaşmayı ve yalnızlığı, çok sıcak biçimde yüzümde hissettiğimi hatırlıyorum. Dünyadaki pek çok kadın hareketini inceleyerek dersler çıkarmaya çalışan bizler, Yesayan'ı tanımıyorduk... Hal böyle olunca, Belge Yayınları'nın Marenostrum Dizisi ilk başvurulacak kaynak oluyor. Belge Yayınları, Yesayan'ın, 'Silahtarın Bahçeleri' adlı kitabını geçen mart ayında çıkararak bizlere tanıttı.

Zabel Yesayan, pek çok Ermeni yazar tarafından, 'Ermeniler arasında en yetenekli, çok yönlü yazar' olarak tanımlanır. 1878'de İstanbul'da doğan bu yetenekli yazar Yesayan, 1892'de Paris'te Sorbonne ve Fransız Koleji'nde edebiyat ve felsefe okur. 1908'de İstanbul'a geri döner. 1909'da da, İstanbul Ermeni Patriği, Adana'daki katliamdan sonra oradaki Ermeni halkının ne durumda olduğunu tespit etmesi için Yesayan'ın bir heyetle Adana'ya gitmesini ister. Görevi, yetim kalan Ermeni çocukların durumunu rapor etmektir. Kilikya'da Ermenilerin yaşadığı trajediyi pek çok makalesine ve en önemlisi 'Yıkıntılar arasında' adlı kitabına konu yapar.

1915'de oluşturulan sakıncalı Ermeni entelektüller listesinde adı geçen tek kadın aydındır Yesayan. 234 kişilik listede yer alan pek çok Ermeni aydınının payına trajik ölümler düşerken, Yesayan kaçmayı başarır ve Bulgaristan'a geçer. 1920'lerden sonra Yesayan, Paris ve Bakü arasında gidip gelir. 1933 yılında da Sovyetler Birliği'ne gider. Ömrü mücadeleyle geçen Yesayan, 1930'ların sonlarına doğru da, sosyalizme yakınlığına rağmen, eleştirel duruşu nedeniyle bu sefer de Stalin rejiminin damgaladığı sakıncalılar arasına sokulur. Sibirya'ya sürülür ve orada ölür.

Milliyetçilik kirine bulaşmadı

Zabel Yesayan'ın, Belge Yayınları'ndan çıkan 'Silahtarın Bahçeleri' adlı kitabı, ilk sayfalarına Elif Şafak'ın bahsettiğimiz tebliğini almış. Ardından Yesayan'ı tanıyan Ermeni aydınların anıları geliyor.

Bu anıların birinde, Ermeni şair Gostan Zaryan, Yesayan için İsabella d'este (sanat konusundaki bilgisi ve siyasal alandaki üstün yeteneği ile ünlü İtalyan Rönesans prensesi) benzetmesi yaparken; Ermenistan'ın tanınmış kalemlerinden aynı zamanda Yesayan'ın öğrencilerinden olan Ruben Zaryan ise, onun doyumsuz derslerini anlatıyor. Sonra da Yesayan'ın 'Sahte Dehalar' adlı uzun hiciv öyküsünden, 'Ateşten Gömlek' adlı otobiyogrofik çalışmasından, 'Zincirsiz Prometheus' adlı Sovyet Ermenistanı'nı anlatan izlenimlerinden, 'Silahtarın Bahçeleri' adlı, bilinen ve en fazla beğeni toplayan eserinden ve son olarak 'Yıkıntılar Arasında' adlı eserindeki sarsıcı Adana katliamı tanıklığından alıntılar birbirini takip ediyor.

Yesayan, eserlerinde açıklığı ve özlü ifade tarzıyla dikkat çekiyor. İyi bir gözlemci olan Yesayan, bunu, 'Bir yazarın eylemin cereyan ettiği bölgeyi çok iyi bilmesi önemlidir' cümlesiyle özetliyor. Örneğin 'Silahtarın Bahçelerin'deki İstanbul tasvirinde, yaşadığı coğrafyanın tüm renklerini ustaca veriyor. Ve Türkiye'nin halkları kaybetmesinin gerçekten günümüze nasıl bir kuruluk getirdiğini daha iyi anlıyorsunuz.

Yesayan, 'Yıkıntılar Arasında' adlı eserinde ise, Ermenilerin Adana katliamından sonra yaşadıklarına birinci elden tanıktır. Gördüğü mezar kentler, dehşetengiz insan manzaraları ve acılara tanıklığı artık ömrünün yol izleri olacaktır. Ancak buna rağmen milliyetçilik kirine bulaşmaz. Bu insanlık ayıbını okuyan kişi bir öfke seline kapılırken, katliamın tanığı Yesayan'da sadece yurtseverlik ve diğer halkları Ermenilerin acılarından haberdar etme çabasını görürsünüz. Evet bu kitap, yazarın yaşamında önemli bir dönüm noktasıdır. Artık Yesayan, eserlerini toplumsal amneziye karşı yazar ve 1909 ile 1915 katliamı tanıklarının katipliği gibi çalışır. Elif Şafak'ın deyimiyle Yesayan, 'Büyük toplumsal trajedilerin yaşandığı dönemlerde yazarların ve yazarlığın en önemli misyonunun 'hatırlatmak' olduğuna inanır.' Söylemek bile gereksiz tabi, Yesayan, Ermeni edebiyatının önemli bir kalemi olmayı ve halkının mücadelesinde bir özgürlük savaşçısı olmayı başardı. Bu Ermeni yazarın yüreğini tanımanızı öneririz...

Kadınlar ortalama yazar olamaz!

Yesayan, erken dönemdeki yazılarında feminist çıkışlara sahiptir. Hem Ermeni cemaatinin hem de Osmanlı'nın erkek egemen yapısını sorgular. Ermenice yazan ilk kadın yazar ve feminizmin yaşadığı toplumdaki kadınlar arasında yankı bulmasında öncü bir kimlik olarak bilinen Sirpuhi Düsap'ın, Yesayan'ın üzerinde önemli bir etkisi vardır. Yesayan 'Silahtarın Bahçeleri'nde, gençlik yıllarında arkadaşlarıyla birlikte Düsap'ın yazılarını okuduklarını, bu yazıların üzerlerindeki etkisini anlatır. 17 yaşındayken de Düsap'ı ziyarete gider ve edebiyat alanında kariyer planını açıkladığında, Düsap'ın verdiği öğüdü adeta beynine kodlar: 'Bu yolda defne yapraklarından çok uçurumlar var. Bizim toplumumuz, bir kadının isim yapmasına izin verme konusunda henüz hazır değil. Bu engeli aşabilmek için ortalamanın çok üstüne çıkmak gerekli. Bir erkek ortalama bir yazar olabilir, ama bir kadın olamaz...'

Ester'in Söyledikleri -2359



KENDİME

Kimseye karıştım mı? hiç karışmadım
Bu ki bana tuhaf sayılmadı
Gözleyip sordum mu hiç? hyır sormadım
Bu ki bana yalan sayılmadı
Acımak işim miydi? hayır
Bir evden olmak kötü müydü? hayır
Zamana zamanla bakmak ne idi ki
Baktım

Tarlayı tarlayla ölçtüm
Meyvayı mevyayla
Denizi denizle ölçtüm
Göğü gökle ölçtüm
Zaten insanı insanla ölçtüm ki
Buruk bir tat mı duydum
Ve duydum
Her şey ki bir yorumdu, sonuç değildi
Sonuç ki zaten yoktu

Sen ki kim
Beni bütün bütün bırakma.

Kapitalizm Üzerine Kısa Sohbet


Konuşma İngiltere’de maden işçisinin oğluyla annesi arasında geçer.

“Anne üşüyorum, sobayı yakamaz mısın?”
“Kömürümüz yok oğlum”
“Neden?”
“Çünkü paramız yok.”
“Neden:”
“Çünkü babanı işten çıkardılar.”
“Neden?”
“Çünkü fazla kömür var.”

Hollanda’da psikoterapist olarak çalıştığım yıl ekonomik kriz vardı. Çalışmak istediği halde çalışamayan, işten atılan, işssizlik parası almasına rağmen depresyona giren, çocuklarından utanan nice kişinin bu nedenle benle görüştüğünü hatırlıyorum. Mesai saatlerinde sokağa çıksalar, işssizin teki diye dikkat çekecekleri endişesiyle gün boyunca sokağa çıkmayanlar vardı aralarında.

Bugünlerdeyse işssiz kalanların kendilerini yaktıklerı, anne ve babanın çocuklarını da öldürüp intihar ettikleri haberleri geliyor...

Kapitalizmin doğasında olduğu söylenen yeni bir ekonomik kriz içindeyiz.

Şu anda dünyada 60 milyonu aşkın işssiz olduğu söyleniyor. Sayılar her gün artıyor.

Şimdilik istatistik olarak algılanan işşiz milyonlar ne yapacaklar?

CIA terörizmin en büyük tehdidinin ElKayda’dan değil işssizlik sonucu toplumsal patlamalardan geleceğini açıkladı.

Devletler halklarına karşı şiddet kullanma yetkilerini uygulayacak yeni eğitilimiş kuvvetler yetiştiriyor.

Kapitalizmin bundan bir önceki, 1929 krizinde dünya nüfusunun %70 kadarı kırsal kesimdeydi. Köylerinde yaşıyor, ellerindeki olanaklarla beslenebiliyorlar, geniş ailelerin koruyucu şemsisyesi altında ne varsa paylaşılıyordu. Geçen yıldan itibaren dünya nufüsünün yarısından fazlası suyun parayla satıldığı, tuvalete parayla gidildiği, sokaklarda yatıp kalkan yoksulların görmezden gelindiği şehirlerde yaşıyor.

Fazla kömür olduğu için işsiz kalan maden işçisi örneğinde olduğu gibi, piyasanın arz talep ilişkilerinin ifadesi olan yedek işsizler ordusu normal koşullarda da kapitalizmin olmazsa olmaz şartı. Kriz dönemlerindeyse, önceden de en son 20. yüzyılda olduğu gibi, kapitalizm, dünya savaşlarına, totaliter rejimlere gebe.

Bunları bilmemize rağmen dünyaca bu düzeni sahiplenir olduk.

İnsanı hayvanlardan ayırt eden alet kullanmasıdır diye kendimizle övünüyor, sonra da işsizliği doğal sayan bir toplumsal yapıyı baş tacı ediyoruz. İlkel diye baktığımız avcı toplayıcı ya da tarım toplumlarında işssizlik yoktu. İşçi sınıfının doğuşuyla birlikte işsizliği de biz icat ettik.

İçinde yaşadığımız sistem düzenden çok bir patolojinin adı.

Dünyanın tüketimle kurtulacağından medet ummaksa hastalığımızın ifadesi.

102

..

Biz ölünce - siz susuyorsunuz ya, biz ondan ölüyoruz işte- ölünce biz, karşısında durup susacağınız kimse olmayacak. Silahlarınızla yalnız başınıza kalacaksınız.
Hoşça kalın.

o gün öldüm. artık hiçbir soruyu yanıtlamayan bir gülümsemeydim. sorusu olmayan bir yüz. acısız beyin. her şey, karşısında gülümsenecek bir film gibi akıp gidiyordu. ben, tam da istediğim gibi, orada öylece duruyordum. orada öylece durup, katillerden intikam bile almak istemiyordum. durmak ve gülümsemek. en sonunda bunu yapar insan. ne bağırmak, ne küfür etmek.

yenilmekle uzlaşmak arasındaki yerdedir delilik. delirdiğinizde herkes, artık mutlu olduğunuzu, her şeyin düzeldiğini sanır. düzelmiştir de bir bakıma. çünkü unutmuşsundur.

böyle bir delilik, hastalık değildir. bu delilik, insan üzerinde işlenen suçların sonucudur. ve suçlar hiçbir zaman kanıtlanamaz. gizlenmemiştir, bu yüzden ortaya çıkarılamaz. kimse cezalanadırılmaz. suçlu olanlara hiçbir zaman suçlarını gösteremeyiz. suçları, yine mahkumlar dinler ve dinledikçe yeni acılar çekerler. acı, yine acı çekme yeteneği olanlara düşer. yine dinleyenler duyacaklardır.

işte öyküler, bu yüzden hep biraz yanlış adrese gider.

..