Perşembe, Şubat 26

an-la-ş-a-ma-mak

"an" ı aynı şekilde görememek, ya da yorumlarını pek beğendiğim bir insanın tabiriyle "aynı zamanda karşılaşamamak"..

neden anlaşamayız ki..
bütün anlaşamamazlıkların altında paylaşamamak var sanki..
somut birşeyleri bölüşmek anlamında değil elbette, düşünce de paylaşılabilir bir sayılamayandır, tam da o nedenledir ki paylaştıkçaçoğalangillerdendir.
ah yakınlarımızı idealleştirmesek bir de; hayalkırıklıklarımızdaki azalma gözle görülebilirden öte derinden derinden hissedilebilir o vakit.

sen de mi
bari sen yapma
sen nasıl böyle düşünebilirsin/olabilirsin/yapabilirsin vb
kalıplarının bizden çook çooook uzak düştüğü "an"lar yaşasak bol bol, insan olduğunun farkına varsak karşımızdakinin..
bunları yazarken bile içimden kendime karşı "ama.." diye diretiyorum ama içime düşmemek için de kelimeleri arka arkaya sıralamaya çalışıyorum..

kendimden mi kaçıyorum böyle yaparak yoksa ciddi bir hatadan mı dönüyorum..
"az hasarla kurtarmak" başarı mıdır yoksa tam bir başarısızlık örneği mi..
ne kadar samimiydim aceba az hasar için çırpınırken..
yok yahu kendim olmak demek yerden yere vurup paramparça etmek değil ki!
içgüdülerine en çok ses verenler midir en çok insan olanlar?
cevabım net bir şekilde hayır düşünebilengillerinsorgulamadelilerindenbirzat olduğumdan sanırım..

"daha gençsin, yeni insanlarla tanışma imkanların çok geniş, eğer onların düşüncelerine dokunmaları için emek vermene değmeyeceklerini düşünüyorsan kendini bir yerle sınırlama.."
emek vermeye değip değmeyeceği düşünerek belirlenebilir mi?
düşünürken verilen emek kafi midir?
ilk deneme ve getirisi olan yanılma ve kadim dostu yılgınlık emek-yoğun çalışmanın bir örneği olarak değer biçmek için en doğru zaman mıdır?
kaçmak değilse bu değerleri kesip biçme işi nedir aceba?

"kaçmak"..
kime göre
neye göre
kimden
neyden
nerden

"an"..
ne kadar yoğun anlam yüklü bir kelime..
ne kadar..
korkmamak lazım değil mi
yola çıkmaktan
varıştan bağımsız olarak
yola koyulmayı sahiplenmek lazım, o gidişi
varış noktasından ziyade.
-mek/-mak ne ekleri bu kurulan cümlelerde?
sorularla ilerleyen bu "bulma" eyleminde kendini, cevapların bu kadar uzak/soğuk/dış bir ses gibi bu eklerle gelmesinin anlamı nedir..

"anlam"..
off ne çok aranıyor her gün..
hepimiz koşturup duruyoruz peşinde çılgın gibi
bazı zamanlarda tam buldum zannederken bir bakıyorum aynaduvarlıbirodanınortasındakendineyabancılaşmışbirben "işte!" diyor gördüğüne "işte bu anlam!"
anlayamadığından.

işte nitelemesıfatlarıylayineyeniyenidensayısızbileşenoluşturabileceğimben,
anlaşılmaya çalışıyor bir de!

iyi mi
imiş..

Cumartesi, Şubat 14

ampirik insani değerler


...Lewis Mumford ve diğerleri gibi daha ciddi gözlemciler,
sanatın daha gelişmiş biçimleriyle Fransa'daki mağara
resimlerinin ve ilkel çömlekler üzerindeki süslemelerin
faydacı bir amaca yönelik olmadığı olgusunu vurguladılar.
Gerçekten de bunların işlevinin, insanın bedeninin değil de ruhunun yaşamını südürmesine yardım etmek olduğu söylenebilir.


Güzellik ile hakikat arasındaki bağ buradadır işte. Güzellik "çirkin"in değil, "yapay"ın karşıtıdır; güzellik, bir şeyin ya da bir kişinin "olduğu gibi"liğinin duyumsal anlatımıdır, duyumlara seslendiğini dile getirmektir.


... "güzel" ve "çirkin", kültürden kültüre farklılık gösteren geleneksel kategorilerden başka bir şey değildir. Güzelliği anlamadaki başarısızlığımızın iyi bir örneği, ortalama insanın - bazen bedenimiz için daha az hoş olmakla birlikte - sanki
yağmur ya da sis de aynı ölçüde güzel değilmiş gibi,
"günbatımı"nı, bir güzellik örneği olarak sunma eğilimidir.
Erich Fromm

Perşembe, Şubat 12

utanç



utanç.

kimin utancı

neyden utanmak

utanmak?

herkes utanabilir mi

öyle durumlar vardır ki:

"insan olan utanır "değil mi

genelde insan olduklarının bir ispatı olarak

-ve genelde bunu kendilerine ispatlamak için-

utanmak

evet

yaptığımız bu

kaçımız utanç duyduktan sonra o durumu ortadan kaldırmak için harekete geçtik

ya da geçiyoruz

çok üzgünüz hepimiz

içimiz yanıyor

hem yaşananlardan hem de kendimizden utanıyoruz

dilimizde..

gönlümüzün dilinde?

ı-ıh

söylemde..

gönlümün diliyle söyleyememenin, söylemi kullanmanın acizliği ile kendi utancımı paylaşıyorum.

daha doğrusu utançlarımdan sadece bir tanesini...



dünya nüfusunun ne kadarını anlayabiliyoruz

ne kadarının yaşamını kavrayabiliyoruz

ne kadarının acısını hissedebiliyoruz

ne kadarının gerçekten yaşayabildiğini aklımız alıyor

"tarih" diye birbirimize anlattıklarımız/okuduklarımız geçmiş zamanda değil şimdiki zamanda ve gelecek zamanda dönüp dönüp duruyor

gelişme?

gelişme mi dediniz?

en eşitsizinden..

atlanılan "çağ"ları belirlemek için ülkelerin o "tarihi an"ı belirleme yarışı vardır

osmanlı imparatorluğu fatih'in istanbul'u fethi der mesela

dünya ne kadar iplemese de

bu sadece dünya tarihine dair bir güç gösterisi değilmiş

şimdi anlıyorum

bilmem kaçıncı yüzyılda bilgisayar başında enformasyon çağında yaşarken, yazdıklarımı hiiç tanımadığım insanlarla paylaşma imkanı bulurken, aklıma takılan bir "kelime"yi google'a yazıp "ara" ya tıkladığımda sadece saniyelerle o bilgiye ulaşabilirken

aynı zamanda dünya üzerindeki koordinatları farklı olan birinin -benim yaşadığım devletin sınırları da dahil- başka bir "çağ"da yaşıyor olması uzaya giden dünyanın değerinin beş para etmediğinin dinamik bir kanıtı

afganistan.

henüz bir istanbulları da fatihleri de yok.

ne biliyoruz oraya dair

taliban, abd, terör, sscb, işgal, asya, ortadoğu, talabani..

kaç kelime daha ekleyebilirsiniz?

neler ekleyebilirsiniz

doğum oranları, ölüm oranları, okur yazar oranları, ortalama ömür..

veriler.

veri?

bize bu "veri"lenler gerçekten anlatıyor mu afgan halkını

İNSANLARI

bilinenlere belki bir film de eklenebilir: utanç.

bir afgan kızın "komik hikayeler öğrenmek için" okula gitmek uğruna verdiği mücadele.

defter alabilmek için koştururken o

gözleri defterlerle, müsvedde kağıtlarla dolu "masa-m-da" oturup

-ya git okulda al birinden bir sayfa

diye geçirmek içimden..

kalem almaya parası yetmediği için annesinin rujunu almayı akıl ettiğinde

kalemlikleri tıka basa rengarenk çeşit çeşit dolu "masa-m-da" oturup

-yahu gitsene okula birinde mutlaka fazla bir kalem vardır

diye yine geçirmek içimden..

okula gitmek için o koşturup dururken

hem de sadece komik öyküler öğrenmek için okula gitmeyi isterken

yürekten

senelerdir okumaktan gına gelmiş hem de bana garanti bir iş olanağı sağlamayan eğitim hayatımın verdiği tüm bezginlikle

-canım benim ne kadar zaman geçti boşver uğraşma dön evine derdin ne

diye yine yine geçirmek içimden..

binbir zorlukla aldığı defteri gözlerinin önünde paramparça olurken, her isteyene bir sayfa verirken

bunca imkana sahip olduğum halde paylaşımdan en yoksun halimle onu araçtan amaca çevirip

-kızcağızım çıldırdın mı alsana ellerinden defterini, sana ne kaldı şimdi

diye bir kez daha geçirmek içimden..

"savaş oyunu" oynamak istemediği için direnen, ölmediği için onu rahat bırakmayan çocukları görüp

benim gibi onu zerre kadar anlamayan abbas'ın sesine sesim karışarak

- bakhtay öl, ölmeden kurtulamayacaksın ellerinden

diye teslim bayraklarını çoktaan çekmiş olan içimden geçirmek sonunda da başında olduğu gibi..


savaş oyunu..

çocuklar bile farkındayken bunun

bu oyunun

hala süregitmesi

en acımasız

en insansız halleriyle

gelişimin eşitsizliği ile tanımlayıp zerre kadar güzel olmayan, film bitene kadar gördüklerimin bu çağa dair olduğuna, yaşanıyor olduğuna inanamadığım film karelerine gömmek istediğin o sahneler için onları derleyen için bana getiren için "ne güzeldi değil mi " diye yorumda bulunmak,

"insanın içi sızlıyor değil mi, film bittiğinde gözümden bir damla yaş süzüldü hatırlıyorum" sözleri ile karşılaşmak,

insan olanın içi sızlayacağı için o sahnelere tanıklık edenlere ve daha önemlisi kendimize ne kadar insan olduğumuzu kanıtlamak için ne kadar sızladığını içimizin, donup kaldığımızı, inanamadığımızı döne döne farklı kelimelerle bezeye bezeye "yorum yapmak".

yorum

bütün yapabileceğimiz bu di mi

ya da mücadele ediyorsak bu düzenle mutlak bir gün herşeyin değişeceğine/herşeyi değiştireceğimize inanıyorsak mücadele etmek sistemle, sistemin hayatımızın derinlerine işleyen görüngüleriyle

ama kimi coğrafyalarda nasıl değişir bir şeyler bilmeden yüzümüzü hep hep hep ama hep batıya dönüyorsak

batının oyun oynayan insanıyla oynamak istemezken o kimi coğrafyalardaki sadece yaşamaya çalışan insanlar

utanarak

insanlığımdan

güneş doğacaksa eğer yeryüzüne

gerçekten

doğudan olacak

biliyorum

bilerek

daha çok ama çok yaşayan toprağa gömülmeden bunun olmayacağını

bilerek

bir "yaşayan" olarak

iliklerimde hissedeceğim o doğuşu

iliklerimde..

şimdi insanlıktan çıkışımı ne kadar hissediyorsam yine o "ilikler"de

öyle hissedeceğim..

öyle!

*bir ünlemle bitmeyi haketmiyor bu aciz biliş. o nedenle ünlemi alıyor üç adet nokta koyuyorum

...