
Zamanın birinde,
bir yerde,
kendimleyken..
Bir kiraz ağacının altındayım.
Bir çocuğun hevesle yazn flüt çalmayı öğrenmesine tanıklık ediyor kulaklarım.
Sıkıntılıyım, kafamda sorular var.
Öyle ki zamanı değerlendiremememe neden oluyor.
Sonra kafamı kaldırıyorum gökyüzüne doğru.
Kırmızı kırmızı kirazları görüyorum dallarından sarkan.
Karşımda çimlerin üstünde miskinlik yapan gri kırçıllı kediye tebessüm ediyorum.
Gözleri yarı açık şekilde bir su birikintisine gidiyor.
O küçük dilinin şıpır şıpır suyu emişine tanıklık ediyorum.
Biri kız biri erkek iki sarışın ufaklık saklambaç oynuyor, büyük bir keyifle hem de!
Ona tanıklık ediyorum..
Karşı bankta oturan bir adamın yerinden kalkıp bir musluğa doğru ilerlerken birden yanından geçtiği gül ağacını farketmesine, onu narin/kırılacak bir şeymişçesine iki parmağının arasına alıp koklamasına - öyle bir koklama ki dünyanın en güzel kokusunu içine çektiğine yemin edebilirim - tanıklık ediyorum.
Tanıklık ediyorum...
Tanıklık etmenin keyif verdiği anlardan yalnızca biri.
Sadece tanıklık etmenin yettiği anlardan biri...
Tanıklığın yetersiz kaldığı, müdahalenin-mücadelenin ve beraberinde kendinde o gücü arama-bulma zincirinin "zorluğu" özellikle de şu çok yoğun haftalarımda daha da ağırlaşıyor benim için.
Güçlenmem lazım ayakta durabilmek için, takılıp kalmamak için, kendime ket vurmamak için, sınırlamamam için yapabilirliklerimi.
Bir çok kez dile getirdiğim ve şu sıralar da az çok becerebildiğim "zamanı tutabilmeyi" geliştirmem, bunu lehime çevirmem lazım.
Kafamda soru işaretleri kalmaması lazım.
Lazım da lazım...
Tanıklık etmeye devam!